Her yeni bilgisayarın beraberinde bir şeyin daha garantisi geliyor; Göz açıp kapayana kadar daha hızlı, daha gösterişli, daha yeni bir modelin çıkacağı ve buna ağzınızın suyu akarak bakacağınızın garantisi. Elde değil ki. İşlemcilerin gücü her 18 ayda bir ikiye katlanıyor, diğer parçalar daha bile çabuk gelişiyor. Bellek hızlanıyor. Ekrandaki piksel sayısı artıyor. Sabit disklerin kapasitesi büyüyor. Liste uzayıp gidiyor. İsteseniz de istemeseniz de, ürün döngüsü aynı zamanda bir bağımlılık döngüsü. Her şeyin en yenisini istemekle kalmıyoruz, en son programları çalıştırabilmek için buna ihtiyacımız da var. bununla birlikte, bu döngüden kurtulmanın bir yolu var ve bunun için bilgisayarın geçmişine dönmek gerekiyor. 1950’lerin ilk ticari bilgisayarları anabilgisayar sistemleriydi. Anabilgisayarlarda işlemciler, depolama ve bellek bazen oda büyüklüğünde merkezi bir terminalde tutulurdu. İş istasyonları ise ortak programlara ve veri tabanlarına erişmek için kullanılırdı. Yıllar geçtikçe sistemler giderek güçlendi. Büyük şirketlerde ya da devlet kurumlarındaki anabilgisayarlar bir işletim sisteminin birden çok kopyasını eşzamanlı çalıştırabiliyor. Ne var ki sıradan kullanıcının anabilgisayar kadar büyük ya da pahalı bir şeye ihtiyacı yok. O yüzden, evlerde kişisel bilgisayarlar hüküm sürüyor.

IBM_System360_Mainframe

IBM System 360 Anabilgisayar

Ne var ki son on yıl içinde bulut, insanların PC’yi kullanma tarzını değiştirmeye başladı. Kullanıcıların internet üstündeki yazılımlara ve hizmetlere erişmesini sağlayan bağlantılar artık en az donanım kadar önemli. Bilgisayar oyunları için Gaikai, televizyon ve filmler için Amazon Instant Video, müzik için Spotify gibi hizmetler var artık. Google da 2011 ‘de yazılımları kullanıcılarla buluşturmak için sadece İnternet kullanan ilk dizüstü bilgisayarları, Chromebook’ları piyasaya sürdü. Bunun sonucunda, artık bilgisayarlar için düşük hızlı işlemciler ve az bellek yeterli oluyor. Yazılım geliştirmeleri, bulutu kişisel ve taşınabilir ana bilgisayara dönüştürerek Chromebook fikrini bir adım ileri götürebilir. New-York kökenli bir teknoloji firması olan Neverware, Ethernet ya da Wi-Fi üzerinden Windows’un 100 kopyasını çalıştırabilen bir yazılım geliştirdi. Bu sistem, 128 MB RAM‘li ve 500 MHz işlemcili bilgisayarlarda bile çalışıyor. Juicebox 100 adlı merkezi sunucuya 30’dan fazla devlet okulu kurdu ve kullanıyor. Hızlı İnternet erişimi yaygınlaştıkça Neverware tüm hizmeti buluta taşımayı planlıyor.

Yazılımlar Bilgisayar Almayı Nasıl Gereksiz Kılacak?

Intel Labs’ın Clone Cloud projesi Neverware’in eski bilgisayarlar için yaptığını, eski akıllı telefonlar için yapabilir. Bir telefonun performansı yetersiz kaldığında kullanıcılar sistemlerinin bir kopyasını Intel’in sunucusuna yükleyecek ve işlemcinin artık başa çıkamadığı görevleri (mesela grafik oluşturma) buluta yollayacak. Hizmet veriyi hücresel ağ ya da Wi-Fi bağlantısıyla aktaracak ve orada da durmayacak; bir ekranın (ister tablet olsun ister televizyon) ve İnternet erişiminin olduğu her yerde işlevsel bir bilgisayarınız olacak. Her bilgisayar oyunu, her yazılım, her web sitesi her yerde çalışacak ve donanımlarınız bir daha hiç eskimeyecek.

Alıntı: Popular Science – Ekim/2013


Tayfun Kurt

Son on beş yıldır; bildiklerimi, gördüklerimi, yaşadıklarımı siteyi ziyaret eden okuyucular ile paylaşmaktayım. Blogta; bilim ve teknoloji, bilgisayar kullanımı, İnternet, genel kültür, sanat gibi çeşitli konularda beğendiğim haberler, makaleler ve kişisel yazılarım yer almaktadır.

0 yorum

Bir yanıt yazın

Avatar placeholder

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir